MUS'AB İBN UMEYR (r.a) (v.3/625 m)
        Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ 
        Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir 
        gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en 
        zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular 
        sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. 
        Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha 
        güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" 
        (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).
        Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam 
        içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini 
        öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman 
        oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. 
        Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, 
        Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. 
        Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına 
        bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı 
        ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.
        Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar 
        hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde 
        yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın 
        durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla 
        dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu 
        kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda 
        kaldı.
        Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir 
        grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de 
        tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu 
        önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem 
        namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı 
        anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti.
        Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr 
        oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda 
        ifade edilir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 118).
        Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi 
        ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı 
        yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve 
        konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu 
        habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar 
        hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını 
        takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a 
        daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.
        Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. 
        Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd 
        b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (İbn 
        Sa'd a.g.e., III, 120).
        Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. 
        "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine 
        onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. 
        Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: 
        "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip 
        geçmiştir" (Alu İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o 
        gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn 
        Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan 
        Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa 
        devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı 
        sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak 
        darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı 
        sahabiler aldılar.
        Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına 
        doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey 
        Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince 
        Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu 
        anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121).
        Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok 
        kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber 
        (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek 
        na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu 
        ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde 
        sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. 
        Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. 
        Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve 
        verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., 
        III, 121).
        Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir 
        zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir 
        örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski 
        bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle 
        parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları 
        söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha 
        yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda 
        kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud 
        şehidleri arasına defnettiler.
        Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için 
        Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte 
        Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan 
        bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler 
        vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, 
        kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını 
        bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları 
        açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında 
        Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr 
        denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., 
        III, 121).